Ses yok, söz yok. Bir afet sessizliği. Olağanüstü bir hal var belli ki.
Hayat yok, kıpırtı yok.
Bir şehir yok olmuş, öyle diyorlar.
Gökdelenlerinden, yerin cehenneme en yakın noktasına kadar her yer yok olmuş.
Öyle diyorlar.
Uçan kuştan, daha elmas olabilmek için çırpınıp duran bir kömür parçasına kadar her şey gitmiş.
Hepsi yok olmuş.
Bir şehir yok olmuş diyorlar. İçinde geleceğe dair bir umut kalmamış. Güzel günlere inanç yok. Güne, saate, dakikaya, zaman kavramına inanç kalmamış. Geçmiş var, gelecek yok. Sonrası yok. Sonrası kalmamış. Artık hep son.
Bir şehir yok olmuş. Gökten peygamber inse faydası olmazmış; öyle diyorlar.
Bir çocuk gülse, güzel bir kitap yazılsa, gökkuşağının renkleri yer değiştirse bile bu şehir iflah olmazmış.
Öyle diyorlar.
Bir şehir yok olmuş düşünebiliyor musun? Gökyüzüne bakarak kurulan nice hayaller, nice aşıkların yürüdüğü sahil yolları, nice kavgaların yaşandığı barlar, nice doğuma şahit olan hastaneler, dünyayı on kere iflah edecek bilgiyi içinde taşıyan kütüphaneler, sırf müziklerini sevdiğin için katlandığın salaş mekanlar, kimsesizlerin 'kimse'lendiği ama kimsenin umrunda olmayan o mezarlıklar, suçluyla suçsuzun eşit muamele gördüğü hapishaneler, bir çay içmek için uğradığın o çaycılar yok olmuş; öyle diyorlar. Bir düşünsene. Koskocaman, dopdolu bir şehir silinmiş haritadan.
Şanslar, anılar, kavgalar, küslükler, zaferler, eskiler, yeniler, soranlar, unutanlar, düşünmeyenler, üzülenler, tükenenler, yeniden ayağa kalkanlar; biz silinmişiz haritadan.
Düşünebiliyor musun?